Kaçamadığımız

Bazen çok sıkılır ve herşeyden kaçmak isterim. Oysaki sıkıldığım ben ve kaçmaya çalıştığım yine ben. Sonucunda da kaçamayacağım tek şey yine BEN..


7 Kasım 2010 Pazar

TÜRKİYE’DE NEDEN LİDER YETİŞMİYOR?


Lider ve lider yöneticiler; her geçen gün önemi artan, başta özel sektör olmak üzere her alanda ihtiyaç duyulan insan profilidir. Bilgi toplumunda teknolojik, ekonomik ve sosyal alanda devrim niteliği taşıyan değişmeler ve yenilikler hızla artmaktadır. Bu değişim ve yenilikleri kavrayabilen, uygulanabilen her alanda başarı grafiğinin yüksek olan çalışanları gerekli kılmaktadır.Tüm gerçeğe karşın; ilgili alanların başında bulunan lider konumundaki kişilerin gerçekten lider özelliklerini taşımıyor olmaları ise düşündürücüdür.

Mesela bir siyasi partinin başında bulunmak liderlik için yeterli değildir. Bir liderin halkın isteklerine yanıt verebilmesi gerekir. İnsanlarla kalpten konuşan liderlere ihtiyaç vardır. bu da bütün dünyada pragmatik bir değişim gerektirir. Bir lider; insanların duymak istediklerini söyleyebilen, şekilselliği ön planda tutan değil adalete aşık olan kişidir.

Bizde ise politikacı; bir mizah yazarımızın dediği gibi “saatlerce konuşup dinleyenleri coşturan ama hiçbir anlatmayan kişidir.” Liderlik ile ölümsüzlüğü karıştırmamak gerekir. Liderlik sıfatı zamanla ters orantılıdır. Uzun süre devam liderlikler bu rütbeyi kazananları erozyona uğratır ve etkinliklerini azaltır. Zamanı geldiğinde yerini terk etmeyen liderler daima acı sonla karşı karşıya kalırlar. Sevilmeyen ve istenmeyen kişi durumuna düşerler. Bu nedenle siyasi partilerin başında bulunan liderlerimizin çok dikkatli, ölçülü ve bıktırmayan politikalar izlemeleri gerekmektedir.

Lider; geleceği görebilen(vizyon sahibi olan), yönünü tarafsız bir şekilde tayin edebilen, tehlikeleri önceden görüp gerekli tedbirleri zamanında alabilen, tecrübeli, beyni genç, mütevazı, olgun ve fedakar olmalıdır. Lider, her zaman uzaktan izler izlediğini de gösterir. Davranışlarıyla örnek olur. Gelişmeye açıktır. Değiştirir ve değişir.

Yapılan bir araştırma sonucunda beğenilen liderlik özelliklerinin ilk üçü: dürüst, heveslendiren, bilgi-becerisi yüksek olan olarak belirlenmiş. Demek ki işletmelerin kendisini yarınlara taşıyabilecek lider yöneticiler aramaktadır.

Kriz dönemlerinde yeni bir vizyon oluşturulması gerekir. Ekonomik düzelmelerin bir an önce yapılması gereken bir süreçten geçiyoruz. En büyük kriz; aslında doktorun, mühendisin, bankacının, gazetecinin “ne iş olsa yaparım ağbi” demeye başladığı krizdir. Artık bugünlerin yaşandığı bir Türkiye’deyiz.Bu dönem belki de siyasi, ekonomik ve toplumsal açıdan en çok liderlere ihtiyaç duyulan bir dönemdir; tıpki yıllar öncesinde Atatürk’ün yaptıklarına ihtiyaç duyulduğu gibi.

Şu anda da bu gücü elde eden kişilerin lider olamadıkları apaçık görülmektedir. Liderlerin; iyimserlik, yüksek enerji, yapıcı yaklaşımlar getirme sorumluluğunu yerine getirememesi ve işten çıkarmaların bile profesyonelce yapılamadığı bir toplumun bireyleriyiz. Oysa bir ekibin kalitesi zor zamanlarda ortaya çıkar ve kötü zamanlarda da birbirine destek olur. Ülkemizde ise insanların artık sudan sebeplerle birbirlerini öldürdükleri bir millet oluşmaya başlamıştır.

Liderlerin yetişememe nedenlerine gelindiğinde ise ne yazık ki bir kısır döngünün ortasında kalıyoruz. Liderlik vasıflarını taşıyan insan profiline bakıldığında; cesareti olan, yıpranma riskini göze alan, alanında uzman, iyi eğitimli, deneyimli kadrolara sahip kişiler olmaktadır. Türkiye’de ise bunlara sahip deli yürekler yetişebilir mi diye düşünmek lazım. Koltuk kaygısının en dorukta yaşandığı ve kişisel menfaatlerin göz önünde olduğu bir toplumda doğruyu, güzeli, iyiyi sunabilecek insanların ufku genişletilemeyecek ve bunların üst düzeylerde görev almasına izin verilmeyecektir diye düşünüyorum. Liderlerin önderliğinde bir Türkiye için Türkiye’ye sesleniyorum. Ne gerekiyorsa yapılsın artık!

13 Ağustos 2010 Cuma

Türkiye’de iyimser olmak bu kadar zor mu?


Belki dünyada diye de başlanabilirdi. Ancak Türk insanının ruh halini yansıtan bazı şeyler var diğerlerinden farklı kılan. Hayat yayınlarının Türkiye’den Başarı Öyküleri kitabında Vedat Akman çok güzel örnekler vermiş bu konuya dair. Oradan bir atıfla anlatmak çok daha kolay. Ben kendimi hep böyle görürdüm ama benden beterleri de var galiba demeye başladım.
Büyük gazetelerimizin birinde yönetici semineri veren bir uzman, Türklerin dünyada diğer ülkelere kıyasla en kötümser milletlerin başında geldiğini iddia etmiş ve bunu ispatlamak için şaşırtıcı bir oyun oynamış. Bitişik olarak yazılmış şu cümleyi birkaç saniyeliğine orada bulunan herkese gösterip ne anlama geldiğini sormuş.
THEGODISNOWHERE
Salonda bulunan herkes bu cümleyi THE GOD IS NO WHERE diye okumuş. Anlamı da Allah hiçbir yerde değildir. İddiayı savunan kişi diğer ülkeler bunu böyle okuyorlar demiş. THE GOD IS NOW HERE. Allah şimdi burada.
Görüldüğü gibi en basiti bir cümlede bile aklımızın olumsuzluğa çağrışım yaptığı yerde her şeyi kötü gibi yorumlama ihtimalimiz oldukça yüksek. Peki hayal dünyamızı darmadağın edecek kadar bu kötümserliği bizlere aşılayan nedir?
Kendimize olan güvensizliğimizin sebeplerini aramamız gerekiyor. Üstelik bu güvensizlikle başta en yakınlarımız olmak üzere, bütün çevremize de zarar vermekteyiz. Birbirine güvenmeyen insan topluluğunun bulunduğu bir ülkede yaşıyoruz aslında. Bu güvensizlik sayesinde mutluluğu, huzuru, başarısızlığı kendimize ilke haline getirerek hareket ederiz. Sonuçta da hayal kırıklıklarıyla dolu bir yaşam süreriz.
Daha somut açılardan bakılırsa, ekonomistler güven yokluğunun, enflasyondaki en büyük etkilerinden biri olduğunu savunmaktadırlar. Hizmet sektörü Türkiye’de en büyük sektör ve güvene dayalı bir sektör. Önce sinerjinin yakalanması ve bunun empatiye dönüşmesi, ardından da alma ve sevgi, saygı, erdemlilik olgularıyla karşılaşılmasıdır.
Psikologların bu konuda ki düşüncelerini tam olarak bilmiyorum. Ama insanların çocukluklarına inmek gerektiği kesin. Aile içerisindeki yanlış eğitimin alınması, okullarımızda manevi tacizin büyük boyutlara ulaşması, toplumda eleştiri ve dışlanmanın üst düzeylere çıkması, maddi yetersizlikler, kıskançlıklar, genetik etkenler ve daha niceleri…
Türkiye’de yaşayan insanların kaç tanesi ayaklarını bastığı zeminin sağlam olduğunu söyleyebilir. Tabii canım deprem bölgesinde yaşıyoruz deyip de bu cümleyi başka yöne de çekebilirsiniz. Ama tüm karamsarlığımızın yanında bu konunun da ciddiyeti üzerinde durmak gerektiğine inanıyorum. Ne iş olsa yaparım ağbi sözlerinin her geçen gün arttığı ülkemizde artık insanların psikolojilerinin düzeltilmesi gerekmiyor mu?
Genç nüfusun yüksek olduğu bir toplumda yaşıyoruz. Sizi bilmem ama ben tüm hayatım konusunda oldukça karamsarım. Arkadaş toplantılarında bile alaya alınıyorum. Çocuğunu yarınlara teslim edecek biri olarak da kaygı duyuyorum. Ya siz?(2000 arşiv)

SİZ NEYİ BÜYÜTÜYORSUNUZ?

Yaşam ya büyük bir maceradır ya da hiçbir şey.
Helen Keller

Çocukluğumuzdan itibaren herkesin küçük büyük planları, bir yaşam amacı vardır. bu yolda canını tehlikeye atan, idealleri için hayatı yok sayan ve cesaretini asla kırmayan insanlar. Diğer taraftan da her şeyi kader olarak nitelendiren ve başkaldırmaya, kendi doğrularını söylemeye çekinen insanlar.
Herkes iyi yaşamak, hayatın bize verdiği nimetleri görmek ve mutlu olmak ister. Ama kimilerimiz için para sadece araç iken bazıları için amaç haline gelmiştir. Yaşadığımız dünyaya neler yaptık şöyle bir bakalım. Çocukluğumdan bu yana dünyada güzelleşen pek bir şey yok. Yitirilen değerler, dostluklar, çevre kirliliği, orman yangınları, rüşvet vermeler, her geçen gün trendi yükselen trafik kazaları, cinayetler, hırsızlıklar, eğitimsizlik, çarpık kentleşme, doğayı katletme. Daha onlarcası listeye dahil edilebilir. Neden böyleyiz, neden her şeyi hızla tüketiyoruz, neden kendimize, ailemize, çocuklarımıza, evimize, çevremize, şehrimize sahip çıkamıyoruz? Neden insanlar sorumluluklarından kaçıyor ve günlük bir yaşamda kaygısız zamanlar geçirme peşinde koşuyor? Peki ya vicdanımız? Her gece yastığa başınızı koyduğunuzda rahatça uyuyabiliyor musunuz? Eğitim kurumlarımızın, devletin, belediyelerin ve sivil toplum örgütlerinin çabaları nerelere gidiyor? Tek bildiğim şey giderek duyarsız bir toplum haline geldiğimiz.
Bana göre hayattaki en önemli amaç, insan olduğumuzu unutmayarak üretmek, çalışmak, paylaşmak, yarınlarımıza devredebileceğimiz bir dünya olmalı. Televizyonlardaki magazin programlarıyla eğlence yerlerinde sabahlayarak ve her fırsatta tatile çıkmak amacıyla yaşanılan bir dünya insanı ne kadar avutabilir ki. En önemli değerimiz sağlığımız, gururumuz ve erdemlilik olmalı. Bir Türk vatandaşı olarak başta kendi haklarımıza sonrada ailemize, yakınlarımıza, çevremize sahip çıkmalıyız.
Düşünsenize bir, şu yazdıklarımı okuyabiliyorsunuz çünkü oturabiliyor, parmaklarınızla klavyeye dokunabiliyor ve gözlerinizle irdeleyebiliyorsunuz. Aklınız yerindeki bu sayfaya ulaşabildiniz. Sabahları kalktığınızda tüm uzuvlarınızı hissedebiliyor ve rahatça yatağınızdan kalkabiliyorsanız, o günün en mutlu insanı olmanız gerekir. Çeşitli bahanelerle hayatı kendinize zindan etmenize hiç gerek yok.
Yaşamın bir anlamı olsun istiyorsak o maceranın içeriğini iyi anlamalıyız. Herkese erdemli yaşamlar(2002 Arşivden).